30 Eylül 2015 Çarşamba

Devletsiz Toplum, Sınırsız Dünya!... (III)

düşler/gerçekler(!)
idealler/engeller

Devletsiz Toplum, Sınırsız Dünya!...
Ve onun doğaya/insana/özgür hallere değen ekonomi arayışları…


-III/II-

Şenlikli Toplum Düşlerini Beslemek ve Devletler/Sınırlar/Ordular ile Vedalaşmak
Hiç kolay iş değil!
Bir soru; ‘zenginlik’ algınız nereye tekabül ediyor? Kendinizi ne zaman/nasıl/hangi durumda zengin hissediyorsunuz? ‘Zenginlik’ algısının ‘güven içinde olmak’ algısı ile ilişkisi var mı? Kendinizi ne zaman/nasıl/hangi durumda güven içinde hissediyorsunuz? Bir yoksulluk sorununuz mu, yoksa, tüketim nesnelerine sahiplik ile ölçülen zenginlik sorununuz mu var? Açlıkla ölüm sınırına mahkûmiyetin bu zenginlik/yoksulluk sorunu ile ilişkisi nerede başlar, nerede biter?
Tümü ve çoğaltılabilecek bir dolusu aslında tek bir soru!
Ve sonra; gelin bir oyun oynayalım… 
‘’Yarışma değil, dayanışma ve doğal harmoni’’ ilkesinin hâkim olduğu bir toplumsal dokuda yaşıyoruz.
Şimdi, bu topluma dair bir komünal yaşam simülasyonu yapıyoruz. Bu toplum, mesela, toplumsal sözleşmesini aşağı/yukarı şu değerler üzerinden yapmış olsun;
·     İnsanı merkez alan türcülüğü sorgulayarak doğanın bütün var oluşlarındaki değerleri evrensel bütünlüğün kendisi olarak algılayan;
·    Doğadaki tüm var oluşlarla ve kendi türü ile ‘yarışmayı değil, dayanışmayı’ vurgulayan,
·    Türünün binlerce yıllık değerler kazanımlarını reddetmeden dönüştüren,
·    ‘Erk’ kavramının yaşam alanlarımızdan çıkmasını hedefleyen,
·    ‘Güç’ ün yüceltilmesi olgusunu ortadan kaldıran, güçsüzlüğün erdemlerini selamlayan,
·    İnsanın insan ve doğa üzerindeki ‘’mülkiyet/sahip’’lik olgusunu sorgulayan;
·    Temel ihtiyaçlar üzerinden şekillenen,
·    Tüketim değil, doğanın bütünlüğüne saygıyla emeği öne alıp üreten, üretimi paylaşarak çoğaltan;
·    Evrenin fraktal/parçalı yapısını, kaosun dengeye, dengenin kaosa giden sonsuz yaratıcılığını temel  alan,
·    Pozitivist algıdaki zamanın düz bir hat üzerinde ilerlediği yanılsamasını hatırlayarak zaman kavramına doğa toplumlarındaki evrensel döngüsellik algısını geri kazandıran, yaşamsallaştıran;
·    Bütün yaşam alanlarında kültürel dokunun birbiri içinden beslenen takibi üzerinden yaşamı inşa eden;
·    Dayatmacı yaşam biçimini öneren simetriyi değil, sorgulama kapılarını açan asimetriyi öneren,
·    Estetiğini ‘kusurlu güzellik’ kavramı ile ‘mükemmel’in sadece bir ‘ide’ olduğu bilgisi üzerine kuran,
·    Kendini ve en yakın çevresinden başlayarak evreni olması gereken değil, varolan hali ile kendi iç döngüsü içinde dönüşümünü öngören,
·    Canlı/cansız hiçbir var oluşu yargılamadan doğadaki tüm var oluşlara saygıyla yaklaşan, eşitlik ve bütünlüğü içselleştirerek evrensel yasaların ahengi içinde tüm varoluşları olumlayan, dinlemeye/anlamaya dönük incitmeme çabası içinde olan,


Bu minval üzre;
·    Vd…
·    Vd…
·   

Bence, dişil/doğal/sağlıklı/şenlikli bir toplum olurdu.

Devam edelim;

‘’Yarışma değil, dayanışma’’ dediğimiz için, tüm doğal var oluş farklılıklarımızla birbirimizin eksiğini tamamlayan, birbiri üzerinde tahakküm kurma ihtiyacı duymayan, dolayısıyla ‘’erk’’ ve ‘’güç’’ algısını ters yüz etmiş bir topluluğuz. Bilgi, birlikte üretildiği bilinen ve paylaşılan temel yaşam değeri; dolayısıyla bilginin/bilenin egemenliği çoktan aşılmış. Kimsenin kendini ispatlama kaygısına ihtiyacı yok.

‘’Kâr’’ algımız, bol bol nesnelere sahip olmak değil, özgür/yaratıcı/sağlıklı/şenlikli zaman.

Sahiplenmeye/mülkiyete/biriktirmeye ihtiyacımız yok, çünkü, -en önce birbirimizin ihtiyacını gözeterek- bendekini arkadaşıma veriyor, arkadaşımdakini bana alabiliyor, takas edebiliyoruz. Sahiplenme/biriktirme bizi ‘kendimizi aşma’ yolculuğundan alıkoyan bir yük. Zaten toplumumuzda aşırı tüketim, şatafat statü değil, bir utanç sembolü. Sahip olma güdümüz, nesnelere bağımlılığımız da olmadığı için evlerimizin anahtarları da yok. –Sükûnete sığınacağımız yalın evlerimizde çalınacak ne olabilir ki?-
Temel ihtiyaçlarımızı kendi emeğimizle karşılarken onur duyuyoruz. Dostlara armağanlar, emeğimizle üreterek karşılanan ihtiyaçlar. Onlar da başkalarına kendi ürettiklerini sunuyorlar. Çok çok değerli armağanlar bunlar. Birbirimizin hayatını kolaylaştırıyor. Tek başımıza üretemediklerimizi birlikte üretiyoruz. Eğlenerek, zevkle. Ortaya çıkan ürünü neşeyle kutsuyoruz, keyifle tüketiyoruz, keyifle kullanıyoruz.    
Aklımıza, ruhumuza yatmayan konular olduğunda geciktirmeden toplumun bilgisine sunup, sorunları paylaşarak çözümlüyoruz. Kimseyi yargılamadan, birbirimizi anlamaya çalışarak…


Şenlikli Yönetim/Radikal Demokrasi

“....Yönetim biçimimiz, yani yönetilmeme biçimimiz, dişil/şenlikli bir ufuk genişliği. Seçilmişlerin neden ve nasıl seçilmiş olduğunun bir türlü kavranamadığı bir hal içinde, yaşanılması düşlenesi en keyifli alan; yönetilmediğimiz, yönetmediğimiz; fikirlerin en geniş tartışılması ve kararların birlikte uygulanması ile açığa çıkan  bir alan..
Üstlenilen sorumluluk sınırları haricinde, beni benden başka kimsenin temsil etmediği, etmesinin de aslında pek de mümkün olmadığı, sadece üstlendiğimiz sorumlulukları yerine getirmek üzere var olduğumuzu bildiğimiz dönüşümlü bir üretim biçimi…
Bu biçimiyle binlerce yıldır dayatılan yönetim/iktidar biçimlerine göre epeyce radikal…
Radikal Demokrasi, bireyi, birey kılar. Yaşam deneyimlerinden yola çıkarak sorumluluk almayı, sorumluluğu yerine getirmeyi, edimlerine sahip çıkmayı getirir.
Yönetilmenin kolaycılığından kurtarır. Yönetenin etrafında türeyen ‘ebleh’ler sürüsünün oluşmasını, yönetenin de zaman içinde ‘eblehleşme’sini engeller.
Yönetilmenin kendi doğası içinde ortaya çıkan kaypak zeminler içinde seçilmişe atfedilen hatalar zincirine yaslanarak, çözüm üretmeksizin süregiden şikayetcil bir yasam biçiminden kurtarır, sorular sordurur, hayata karşı yaratıcı çözümler üretilmesine kapı acar. Orada herkes, yapabilirliği oranında vardır. Kimse kimseye, neyi ne kadar yaptığının sorgulamasına giremez. …öngörür ki, sorumlu, işin bu ucunu tutabilmektedir, eksik uçlar diğerleriyle tamamlanır.
Bu baskısız üretim, özgürleşmeyi, özgürleşme de üretim halinin genişlemesini doğurur.
Yönetilmeyi reddeden bu alan, 'güç' ve 'erk' kavramlarından arındırılmış bir alandır. Kimseye birşey ispatlamayı gerektirmez. Kendimizi ispatlama kaygılarından uzaklaşan söylemler içindeki yasam biçiminde de, 'benim dediğim doğrudur'dan, 'ne kadar da hakli ve bilgiliyim'den kaynaklı kavgalara, 'bak ben söylemiştim, gördün mü’lere ihtiyaç duyulmaz. Dolayısıyla barışçıldır.
Evet, biraz karmaşık,  ama hiç de kaos değil. İçinde bulunulan üretim sürecinin kendi iç disiplinini oluşturduğu bir yaşam bicimi.
Problemleri yok mu? Çok, bence çok pek çok.. insan ruh hallerimizi yeniden kurgulamamız lazım gibi görünüyor.. 'GÜÇ' kavramını tanrı katından indirmemiz, dolayısıyla, 'iktidar' peşinde helak olmaktan vazgeçmemiz, 'korkularımızla barışmamız… gerekiyor.*
Hazla doğayı gözlemliyoruz, doğayı takip ediyoruz. Yapıp ettiklerimiz doğal harmonide kesinti yaratıyorsa, var oluşun en ufak unsuruna zarar veriyorsa ‘bu işimizde bir yanlışlık var’ diyoruz; her ne ise işimiz, onu yeniden gözden geçiriyoruz.
Doğanın yol göstericiliğini derleyip toplayarak böyle uzayıp gidebilecek bu yaşamda güvenlik algısının dayatması devletlere, sınırlara, ordulara ihtiyacımız olmuyor nedense.


Akademia’nın İktisat Oyunları/Araçsal Rasyonalite

Kültür teorileri üzerine çalışmalarıyla tanınan Hollandalı tarihçi Johan Huizinga (1938) ‘Homo Ludens/Oyuncu İnsan’ eserinde oyunu kültürel dönüşümün en önemli kavramlarından biri olarak ortaya koyar. Buna bir ekleme yapmak istiyorum. –muhtemelen birileri çoktan söylemiştir, öyle ise, bir de ben tekrarlamış olayım;- İnsan, ne zaman ki oyunları ‘kendini keşfetmek/merak/aşmak ve tabi eğlenmek’ rotasından çıkardı, oyunun doğal akışını değişmez ilkeler haline getirdi ‘erk’i, ‘güc’ü yarattı; ‘akademia’larda beslenen eril/devletli topluma adım attı. Araçsal rasyonalite içinde şenlikli toplum boğuldu, unutuldu. Ve geriye -binbir şekle bürünüp evirilerek gelen- oyun ihtiyacı, devletli toplumların iktidar oyunları, savaş oyunları vb. kurumlaşmalarla bugüne gelerek iktisat oyunlarında düğümlendi.
Artık, insanlık eril/iktidar oyunundan vazgeçip, bir başka oyun kurmak zorunda gibi görünüyor.
Dişil/şenlikli toplum düşlerini yeniden beslemek ve zor da olsa, yalın/doğal bir iktisadın kapısını aralayarak, devletler/sınırlar/ordular ile vedalaşmak zorunda gibi görünüyor.
Artık –tekrar tekrar vurgulama, sahiden yaşamsallaştırma ihtiyacıyla;
·    Doğanın bütün var oluşlarındaki değerleri evrensel bütünlüğün kendisi olarak algılayarak; insanı merkez alan türcülüğü sorgulayan,
·    İnsanın insan ve doğa üzerindeki ‘’sahip’’lik olgusunu, insanı/doğayı köleleştirmesi kaçınılmaz ‘’mülk’’ algısını sorgulayan,
·    Bilginin uzmanlaşması üzerinden hegemonik yapıların iktidarının oluşmasını ve doğa toplumlarının hayata dair çözümlemelerini formüle ettiği kültürel birikimlerini hiçleştiren bilim felsefesini sorgulayan;


Kısaca, hiyerarşik/iktidarcı yaklaşımları mahkûm edip devletsiz toplum, sınırsız dünya, ordusuz öz savunma felsefesini geliştirerek doğadaki tüm var oluşlara saygıyla, eşitlik ve bütünlüğü içselleştirerek evrensel yasaların ahengi içinde tüm varoluşları olumlayan bir şenlikli topluma yeniden adım atmak zorunda gibi görünüyor. 

Yoksa yeni bir ‘Nuh Tufanı’ yakın!

Çünkü şu bilinen bir gerçek ki; bugünün bu zenginlik/yoksulluk algısı içindeki tüketim alışkanlıklarına göre, kuzey yarıkürenin tükettikleri ile 1,5 dünya gerekiyor. Tüm dünyanın Kuzey gibi tüketmesi için 3 dünya gerekiyor. Ve küresel ekonomi 2040’a kadar %3 büyümeyi sürdürdüğü taktirde, bu süre içinde, insanın iki ayağı üzerinde durduğu andan bugüne geçen sürede tükettiğimize eşit miktarda ekonomik kaynağı tüketmiş olacağız.

Bu nedenle; doğal toplum kültürlerinde farklı ifadesini bulan; herkesin doğayla, kendisiyle ve birbiriyle uyum ve denge içinde yaşamasına dayalı tamamlayıcılık, dayanışma ve eşitlik prensipleri çerçevesinde müşterek refah ve temel ihtiyaçların Tabiat Ana ile ahenk içinde karşılanması temel alınmalıdır.
 
Dolayısıyla;
‘’Tüketim ekonomisini; başta kadın olmak üzere tüm insanlığı, doğanın tamamını, kısaca tüm varoluşları ‘kullanım’’ felsefesi içinde egemenlerin ‘erk’lerini sürdürme aracı haline getiren tüketim toplumunu sorgulayarak,
Tüketim toplumunun dayattığı ‘ihtiyaç’ algısını yeniden gözden geçirerek;
Emek değerinin hiçleştirilmesi ile üretimin uzmanlaşmasını, üretime yabancılaşmayı sorgulayarak…’’*

 
NEO KLASİK İKTİSADIN YARATICI YIKIMI- DAYANIŞMA EKONOMİSİ/EKOLOJİK EKONOMİ


Öncelikli olarak; burada ‘’Ekonomi’’ kavramına doğanın/emeğin talanıyla yürüyen ‘’büyüme’’, ‘’kalkınma’’ kavramlarına dayanan kar dürtüsünü tetikleyen, dolayısıyla eril egemenler ilişkisi oluşturan yapılanma/kurumlaşma yerine; toplumun/bireylerin özgür yaşam temelinde ihtiyaçlarının karşılanması için gerekli bir organizasyon olarak bakıldığını belirtmek istiyorum.

Bu yaklaşımın temelinde; Mezopotamya coğrafyasının çoğu zaman sert, kimi zaman şefkatli, ama her şeklide dayanışma ile birlikte yaşamın kültürel birikimi kadar  ‘’üretim/tüketim/büyümeye dayalı model sınırlarına dayandı’’ saptamasından hareketle, mevcut neo-klasik/neo liberal ekonomi modellerini tedavi etmeye çalışıp sürdürme yerine; radikal bir şekilde ret eden iktisatçıların görüşleri de baz alınmıştır. 
Bu görüşler; -kökleri daha eskiye dayanmakla birlikte sistemleştirilmesi- 20.yy.ın ikinci yarısından itibaren yaşanan küresel sarsıcı ekonomik krizlerle gündemleşmiş ve büyük bedellerle katkı verenlerin genişlemesiyle olgunlaşmış alternatif ekonomik modellerdir.
Radikal Demokrasinin inşa süreçlerini yaşayan bizler de görmekteyiz ki; ‘’Ekolojik Ekonomi’’, ‘’Dayanışma Ekonomisi’’, ‘’Biyonomi/Doğal Sermaye’’, ‘’Post-Otistik İktisat’’, ‘’Psikonomi’’, ‘’Biyo-Ekonomi’’, ‘’Geçimlik Ekonomi’’ gibi alternatif çözümleri ortaya atan bu iktisatçılar; tıpkı Kopernik’in astronomiyi, Freud’un psikolojiyi, Einstein’in fiziği dönüştürdüğü gibi ‘’iktisat biliminin kutsal yasaları’’  diye kabul edilenleri sorgulayan devrimci öncüler olarak anılacaklardır.*
Dünya bilgi dağarcığında ‘’Bereketli Hilal’’ adıyla da anılan Mezopotamya coğrafyası tarımın geliştirilerek ilk ekonomik faaliyetlerin olgunlaşmaya başladığı alan olarak da bilinmektedir. Bu bağlamda, dünya deneyimlerini kültürel birikimi ile harmanlayarak Dayanışmacı Alternatif Ekonomik modellerin bu coğrafyada yaşamsallaşması, pratiğinin kökleşmesinin büyük önem taşıdığı kanısındayım. 

LA ECONOMİA ES DE GENTE, NO DE CURVAS’’
–EKONOMİ BİLİMİNİN KONUSU GRAFİKLER DEĞİL, İNSANLARDIR.-**


İstatistiklere, rakamlara, matematiğe boğularak bireyin ekonomi algısını yabancılaştıran/manipüle eden günümüz neo-klasik ekonomi modellerinin ana sorunlarının başında, insan emeğinin ve doğanın umarsızca talanı ile gerçekleştirilen çok büyük üretim fazlası gelmektedir. Krizlerin ağırlıklı nedeni, şirketlerin kar ve iktidar amaçlı aşırı üretimini pazarlayamamasından kaynaklandığı biliniyor. Çıkan savaşların çoğunun, doğal kaynak talanı kadar yeni pazar alanları yaratmak için ortak hukuk sistemi oluşturma çabasından kaynaklandığı da açıktır.
Binlerce yılın ortak yaşam birikimiyle olgunlaşmış kültürel birikimleri, yerel/toplumsal hukuku hiçe sayarak dayatılmaya çalışılan; kapitalist ekonomi modelinin ve hukukunun geri dönülmez şekilde yerleştirilme çabasıdır. Üretim/tüketim alışkanlıklarının küresel sermayenin gereklerine göre değiştirilmesi; yeni üretim/tüketim alışkanlıklarına göre yeni hukukun yerleştirilmesi -erkek egemen sistemde binlerce yıldır biçim değiştirerek gelen- küresel şirketlerin eril egemenlik ilişkisinin kendini yeniden üretmesidir. 

Bu noktadan hareketle; binlerce yıldır eril dil ile kaybedilmiş, kendisi zaten doğa olan dişil dilin, kültürel birikimin tekrar açığa çıkarılarak; doğal/özgür yaşamın inşa edilebilmesi için ‘’ihtiyaç’’ olgusuna birey/komün/türler bütünlüğünde yeni bir denge arayışı ile bakılması ve ‘’kendi kendine yeten’’ ekonomi algısının yeniden hatırlanmasının elzem olduğunu vurgulamak istiyorum.   

Bu nedenle yerelin kendi yaşam döngüsüne hakim olduğu ‘’Demokratik Özerklik’’ büyük önem taşımaktadır.

EKOLOJİK YAŞAM DESTEĞİ SİSTEMLERİNİN HİZMETLERİ OLMASAYDI, DÜNYADAKİ EKONOMİK FAALİYETLER DURMA NOKTASINA GELİRDİ. ARILAR BİR ANDA YOK OLSAYDI, DÜNYADA MİLYONLARCA MAHSULÜN DÖLLENME MASRAFINI KİM KARŞILAYABİLİRDİ?’’***

Ekonominin doğadan bağımsız iş görebilirmiş gibi davranmaya devam edemeyeceğini; insanın ekolojik ayak izinin dünyanın taşıma kabiliyetini aşmaya başladığını ve eğer insanlığın hikayesi devam edecekse artık –doğal sermayeyi- doğa değerlerini dikkate almamız gerektiğini tekrar tekrar vurgulamak gerekiyor.
Bu nedenle; ‘’ …Kolay ya da zor olmasını bir kenara bırakarak şimdiye kadar ‘’dışsal faktörler’’ diyerek göz ardı ettiği doğa değerlerini de dikkate alan ‘’Kararlı Durum Ekonomisi’’ne, ‘’Dayanışmacı, Ekolojik Ekonomi’’ye  geçişi denemek durumundayız. ‘’Ekonomik büyüme’’ dediğimiz şey hiç de ekonomik olmayan bir hal almış durumda. Büyüme ekonomisi bizi yarı yolda bırakıyor… Ekolojik ve sosyal maliyetleri üretim menfaatlerinden daha hızla artıyor, giderek bizleri zenginleştirmek yerine yoksullaştırıyor. İki yüzyıl boyunca büyüme ekonomisinde yaşadık. Mesele şu; GSMH büyürken bizler gerçekten zenginleşiyor muyuz? Yoksa tam da bu yüzden yoksullaşıyor muyuz?.’’****

Yoksulluk, tüketilmesi mümkün hale getirilen ürünlerin (sadece klasik temel ihtiyaçların değil, hazır yiyecekten asfalt yola, standart tatil paketlerinden sezaryenle doğum yapmaya kadar endüstriyel ürün yelpazesinin büyük kısmının) kitleler tarafından talep edilmesinin sağlanması, ancak bu talebin karşılanamaması olarak da tanımlanabilir. Talep edilmesi sağlanan bu ürünler kendilerine ulaşamayan milyonları büyük bir hızla yoksullaşma algısı içine sürükler. Kalkınmanın yayılması yoksulluğun yayılması ile, yoksulluğun yayılması yeni ihtiyaçların tanımlanması ile, yeni ihtiyaçları hak etmek bu ihtiyaçları(!) karşılayabilmiş, yani en yoksul kategorisinden kurtulabilmiş olmakla, nihayet kaçtıkça kovalayan yoksulluk algısının hiçbir zaman eksik olmaması ve tüm dünyayı kuşatmasıyla mümkündür.
‘’Yoksulluk, sürdürülebilir kalkınma söyleminin reddedilemez kılınmasını sağlamak için humanist ve neredeyse romantik bir temel sağlamaktadır. Rio zirvesinin en önemli ürünü olan Gündem 21, daha önsözünün ilk paragrafında yoksulluk, açlık, hastalık, cehalet ve ekosistemlerin süregiden yıkımından bahsedip, temel ihtiyaçların giderilmesi ve herkes için yaşam standartlarının geliştirilmesi için sürdürülebilir kalkınmanın şart olduğunu söyler ve evrensel düzeyde zihinlere işlenmiş bir ihtiyaç, yaşam standardı ve yoksulluk algısına gönderme yapar. Böylece hiçbir zaman ulaşılamayacak bir hedef  koyar ve önerdiği politikayı sürekli ve vazgeçilmez kılar.
Unutulmaması gereken şey, sürdürülebilirlik kavramının özgün anlamında sürdürülemez olan şeyin ‘büyüme’ olduğudur.’’

YARIM SAATLİK TRAFİK SIKIŞIKLIĞININ GERÇEK MALİYETİ NEDİR?/ BİR KONTEYNER DOLUSU OYUNCAĞIN DÜNYANIN ÖTE UCUNDAN NAKLEDİLMESİNİN GERÇEK MALİYETİ NEDİR?

Demokratik Özerk yönetimlerde açığa çıkarılması gereken; ihtiyaçları minimize eden, ekolojik yaşam biçiminin -en az enerji ile dönüşen/atıksız üretim- ana prensipleri doğrultusunda; üretim süreçlerinde refahtan ziyade finansal faaliyet ölçüsü olduğu açığa çıkan büyüme ve kalkınmayı değil; zenginleşme ölçütünü meta sahipliğinden, özgür/sağlıklı/yaratıcı zaman değeri ile değiştirerek, temel ihtiyaçların karşılanmasını hedefleyen; doğa talanına meydan vermeyen metotlar kullanarak yeşil istihdama ağırlık veren; endüstriyel değil, zanaat tarzı üretimle yerelin ihtiyaçlarının yerelde karşılandığı; yarışma değil dayanışma ağı ile paylaşmayı yaşamsallaşan ekonomi ve hukuk modelidir.

Bu yaklaşım; ‘’yeni bir finansal mimari tasarlama’’***** anlamına gelmektedir. ‘’Azamileşme, kar, üretme, satma, yatırım yapma döngüsüne endekslenmiş olan piyasa sistemini de çöpe atmak demektir… Faiz ödemeleriyle borçlanma üzerinden yürüyen finans endüstrisinin ıskartaya çıkarılması ve yerine bireysel servetleri artırmayacak şekilde kaynakların ulaşılır kılındığı düzenlemelerin getirilmesi demektir. Kazanma güdüsünden vazgeçmek gibi; aşırı tüketim ve büyümenin statü değil, utanç sembolü haline geldiği; ‘’geçimlik/armağan ekonomisi ile temel işlemin almak değil vermek olduğu, başkalarının size vereceğinin de bilindiği, başka bir deyişle anahtar ekonomik mekanizmanın ‘’armağan’’ olduğu; mülkiyet algısının ‘’komünal mülkiyet ve mülkiyet üzerindeki tasarruf hakkı’’ perspektifiyle yeniden sorgulandığı derin bir kültürel dönüşüm demektir.’’******

Batı dünyası için oldukça uzak bu yaklaşımların, doğa ile bir bütün halinde yaşama hafızası henüz çok taze olan Anadolu, Mezopotamya coğrafyasına çok da uzak olmadığını biliyoruz. Finansal yapılanmanın dönüşümünde, tüm semavi inançların da vurgu yaptığı ‘’faiz’’ sorununa karşı borç verenlerin servetini artırmayacak düzenlemelerin mümkün olduğunu biliyoruz.*******
   
YERELLEŞ!! YERELLEŞ!!
KENDİ KENDİNE YETEN TOPLUM, KENDİ KENDİNE YETEN YEREL YÖNETİMLER!!!...


Açığa çıkarılması gereken; ihtiyaçları minimize eden, ekolojik yaşam biçiminin -en az enerji ile dönüşen/atıksız üretim- ana prensipleri doğrultusunda; üretim süreçlerinde büyüme değil, ihtiyaçların karşılanması hedeflenerek doğa talanına meydan vermeyen metotlar kullanarak yeşil istihdama ağırlık veren; yerelin ihtiyaçlarının yerelde karşılandığı; yarışma değil dayanışma ağı ile yaşamsallaşan ekonomi modelidir.  
(Ekonominin ana verileri olan; enerji, toprak; sermaye ve emek olgularının ve ilişkilerinin yerel meclislerde acilen gündemleştirilip tartışılarak netleştirilmesi gerekmektedir. Önerilen; -yeni toprak reformu çalışması ile köy ortak arazisi gibi- mülkiyetin kolektif olması; mülkiyet üzerindeki tasarrufun bireysel olmasıdır. Kooperatifler ile sermayenin sadece belli ellerde toplanmasının önüne geçilmelidir; karın mutlaka şeffaflıkla denetlenmesi mekanizmaları hızla hayata geçirilmeli, İhtiyaç fazlası üretim yani büyüme hedeflenmemelidir. Bunun yerine, ihtiyacı yerinde karşılama prensibinden hareketle üretim alanlarındaki çeşitlilik hedeflenerek kaynaklar/emek gücü vd. farklı ihtiyaçların karşılanmasına dönük planlamalar değerlendirilmelidir.)

İçinde yaşanan ekosistemin ihtiyaçlarına ve kendine has imkanlarına uyum sağlayan küçük iktisadi topluluklar olma prensibinden hareketle; sağlıklı bir ekonominin, varoluşumuzu/sağlığımızı/zamanımızı özgürleştirmemizle ve tüm toplum olarak geçirdiğimiz vakitten keyif almamızla ölçülebileceğini unutmadan; etkin toprak kullanımı üzerine kafa yormak; koca bir kentin ekolojik olarak doğayla/birbiriyle barışık bir şekilde nasıl yeniden tasarlanabileceği; atıkların nasıl azaltılabileceği, açığa çıkan enerjinin nasıl muhafaza edilip tekrar kullanılabileceği vb. üzerine halkın katılımcı bilgi/birikim gücünü seferber ederek çözümleri yaşamsallaştırmak********* Demokratik Özerk Yönetimlerin önemini bir kez daha açığa çıkarmaktadır.

Buradan tekrar başa dönersek; evet, ‘şenlikli toplum düşlerini beslemek ve devletler/sınırlar/ordular ile vedalaşmak’ hiç de kolay iş değil. Ve fakat, çok açık ki, kapitalizmin devamı zorlamalarından daha imkansız değil!

Notlarımı şu vurgu ile tamamlayayım;

Kazanım/zenginlik diye önümüze koyacağımız değer; tüketim toplumunun konfor diye sunduğu ve ulaşmak için köleleştirdiği nesne bolluğu mu; yoksa doğal/kadim bilgiye yönümüzü çevireceğimiz yaratıcı/özgür zaman dilimi mi?
Yüzlerce yıldır esir olduğumuz alışılmışı tekrarlamanın dayanılmaz hafifliği mi; kimi zaman olanca sertliğine rağmen doğanın özgürlük çağrısına kulak vererek, bir ekolojik sıçrama yapıp gönüllü sadelikle, şenlikli, yeni bir moderniteyi doğurmanın ruhsal/fiziksel arınmasını mı?…
Neyi tercih edeceğiz?...
Çünkü biliyoruz ki, neyi tercih edersek, o oluruz!


Şehbal Şenyurt Arınlı
                                       
Dirmil-İstanbul-Amed, Nisan/Mayıs-Kasım 2014



KAYNAKLAR-
* ‘Şenlikli Toplum’ –ŞŞA 1998
* ‘Kadının Komünal Yaşam Simulasyonu’-ŞŞA 2003
*’’DEMOKRATİK KURTULUŞ/ÖZGÜR YAŞAM İNŞASINDA EKOLOJİ PARADİGMAMIZA DAİR NOTLAR’’ başlıklı notlar-ŞŞA 2012
* Adbusters-Neo-klasik iktisat çalışmaları ile bilinen akımın vurgusuna atıfla..
** Küresel ekonomi politikaları protestosunda Madrid Üniv. kampus duvar yazılarından.
*** Robert Costanza – Dünya Ekosistem Hizmetlerinin Değeri ve Doğal Sermaye, Nature Dergisi-
**** Bill Rees ve Mathis Weckernagel-Our Ecological Footprint: Reducing Human İmpact on Earth
**** Agenda 21, The Global Partnership for Environment and Development, Preamble 1.1. United Nations publication, Sales No. E.93.I.11
***** Peter Stalker- The No-Nonsense Guide to Global Finance 
****** Ted Trainer- Sıfır Büyümenin Radikal Sonuçları
******* Tarık El Divani- People First Economy
******** Mehmet Genç- Osmanlı İmparatorluğunda Devlet ve Ekonomi
*********Josef Stiglitz- Freefall: America, Free Markets and the Sinking of World Economy

YARARLANILAN DİĞER KAYNAKLAR-
·     Julie Matthael –Solidarity Economy: Building Alternatives for People and Planet / Economic History of Women in America
·    Lourdes Beneria- Gender, Development, Globalisation: Economics as if People Mattered –feminist iktisat-
·    Deborah Campell
·    Tim Jackson- göreli kopuş/mutlak kopuş
·    E.F.Schumacher –küçük güzeldir-
·    İvan İllich
·    Herman Daly –ekolojik küçülme iktisadı-
·    Kirkpatric Sale –biyobölgecilik-
·    Frederic Soddy
·    Nicolas Georgescu-Roegen
·    Keneth Boulding
·    Bernhard Stiegler –For a New Critic of Political Economy
·     P.A. Payutto- Buddhist Economics-aydınlanmış tüketim-
·    William Kuhnert-1894 Kanada
·    Darren Fleet
·    Michael Hudson
·    Charles Eisenstein
·    Janneken Drange
·    Andrew Dobson. Green Political Thought






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder