3 Ekim 2015 Cumartesi

DAĞDA SİNEMA YAPMAK

ekoloji/ekonomi – örgütlenme/siyaset işlerine mola…

Ve derken Şengal/Mexmur…


Xalil Dag’a / Deniz Fırat’a selamla…

Hayat veren güneş, sanki hayatı geri istiyor! Damarlarında akan sıvı bile buharlaşarak katman katman deriyi zorlayıp havaya karışmaya çalışıyor.
Güneşi içmiş manga kaynıyor. Kurgu için seçilmiş en serin manga!

Yaşanası bir dünya düşleriyle binlerce yıllık eril gücü karşısına almış çılgınlar arasından çılgınlar, bu coğrafyanın kaderini alt-üst eden direnişin gündelik ince detaylarını kaydetmeye, geleceğe aktarmaya çalışıyor. En zor koşullarda kamera elde, yine kan-ter içinde. 

Hayat veren su, gökte buz olmuş, iniyor! Damarlarında akan sıvı büzülmüş, ’akmam’ diyor. Parmaklar kameranın deklanşörünü hissetmiyor. Zor bela sığınılan şikeftin karanlık/nemli koridorları coşkulu gülüşmelerle çınlıyor.

Yaşanası bir dünya düşleriyle binlerce yıllık eril gücü karşısına almış çılgınlar arasından çılgınlar, bu coğrafyanın kaderini alt-üst eden direnişin gündelik ince detaylarını kaydetmeye, geleceğe aktarmaya çalışıyor. Yaz ve kış, savaş ve ateşkes, eğitim ve molalar… gözyaşları ve kahkahalar… Tüm zamanlar, tüm anlar…
‘’Keşif var, keşif var!...’’
Karın ortasında kıpırtısızca kalmak, noktalaşmak zorundasın.
Güneşin göbeğinde kıpırtısızca beklemek, ağacın dalı, kayanın parçası olmak zorundasın.
Saatlerce…
Durmayan heronların durmayan baskısı.

‘’Keşif geçti, keşif geçti!...’’
Coşkularla hayat kaldığı yerden devem eder.
El değmemiş doğayla bütünleşmiş mücadelenin özgürleştirdiği, özgürleşmenin güzelleştirdiği, yoldaş bakışlı, yürekli insanlar.
Gündüzler/geceler… kar/kış/baran…
Ateş başı halayları… Gulşılav reçelleri… Anılar…
Nesnelerin iktidarından arınmış, dayanışma coşkusu…

Kameralar kayıtta.

Sabahın yedisi, çadırlara, mangalara ‘’rojbaş’’ uğruyor. Günün mutfakçısı kahvaltıyı çoktan hazırlamış. Gecenin mahmurluğunu çemin serin sularında bırakan iştahla kamelyaya doğru tırmanıyor. Yemek/sohbet yeri kamelyalar -genellikle- suyun en temiz, kaynağa en yakın üst kısımlarda kuruluyor. En keyifli sohbetler, gülüşmeler oradan vadiye yayılıyor. Kahvaltı sonrası, günlük planlamaya göre herkes işine…
Eğitimler, çekimler, kurgular, konu konu yoğunlaşılan toplantılar, yalınca eleştiriler, özeleştiriler…

Dünya/Ortadoğu… gün gün / olay olay / kişi kişi raporlar; ağaçların gölgesinde, kayaların/toprağın üzerinde, nehrin/rüzgarın/börtü-böcek kuşların stranları içinde arınıyor, yalınlaşarak analize, geleceği ören kararlara dönüşüyor.

Kürdistan, durmaksızın dönüşüyor, kendini yeniliyor.

Büyük/ağır sancılarla… ileri/geri.. doğru ve yanlışlarla.. topyekun; dağ/zindan/köy/kent/kişi/çadır/ev.. tek bir vücut, tek bir organizma gibi muazzam bir emekle bir öncekinden gelişerek…
Kürdistan, durmaksızın kendini yeniden doğurmaya devam ediyor.

Ve bu doğumun sineması, bu doğumun kendisi gibi –adata- deneysel bir dönüşüm.

Gece karanlığında yıldız çakan gözleriyle, incecik bedenleri, hayatı ölümüne seven tutkularıyla bizin bizin tırmanan, sîvorî sîvorî şenlenen, kusî kusî düşünen, karınca karınca çalışan, yaşamdaki derinliği kayıtlarında dondurup saklayıp aktaran genç habercileri, genç sinemacılarıyla usul usul gelişiyor.
Kürdistan kendini -arşivlenmiş hafızayı geri çağırarak- yeniden yeniden doğuruyor.

Sayın Öcalan’ın her zamanki öngörüsüyle bütün önemli anlar, konuşmalar, çözümlemeler kayıt altına alınmış zaten. Dolayısıyla, -ilk günlerden bu yana- kamerayla haşır neşir olmuş bir kuşak var. Uzun yıllar, eğitimlerin çoğu bu kasetlerle yaygınlaşmış zaten. Sonra, giderek gündelik hayat -biraz da rastlantısal dağınıklıkla- kasetlerde… Neşesi, coşkusu, tekmili, savaşı… Sinemaya/öykü anlatımına dönük kayıtlara geçişse, epey epey sonra. Ve elbette burada, Xalil Dag karşımıza çıkıyor. (Dağda savaşı kaydetmekle başlayıp dağın sinemasının temellerini atan Xalil’i anlatmak kolay değil, başka bir yoğunlaşma gerektiriyor. Kimbilir, belki sonra...)

Binbir bela atlatılarak yapılan çekimler -birkaç detay dışında- artık tamam. 

Şimdi kurgu zamanı.

Sarı, sıcak, uzun yazın ortası. (Manganın içi en az 45 derece. Dışarıda kayalar alev saçıyor. Bir-iki ağaç gölgesi, derenin yanıbaşı az biraz serin.)

Kamplarda, enerji için -yeteri kadar güçlü su varsa- akışı kesmeyen, küçük barajlar yapılıyor. –ha bire bozulan barajların yapımı ayrı bir macera- Baraj yoksa, ısındıkça kapanıp açılan jenaratörler çalışıyor. Kurgu için her ikisi de kullanılıyor ama, her ikisi de ha bire kesintiye uğradığı için sık sık kurgu molası verilmek zorunda. Ve tabi, sık sık bilgisayarlar çöküyor, sürekli bir başka teknik ihtiyaç açığa çıkıyor. Bir bağlantı kablosu için bile günlerce beklemek, adeta yenisini üretmek zorundasın.
Sabır.. sabır.. sabır.. (-film yapmanın özgün zorlukları içinde- sahiden çılgınlık bu!)

Ama anlatılacak öykülerin, anların yaşanıp geçmesi bir ihanet gibi; zamanı kayıtlarda dondurmak istiyorsun. Yıllarlık mücadele tarihini, yaratılan değerleri, sürgünleri, gündelik gülücükleri, yoldaşlığın derinliğini… Kayıt!.. kayıt!.. kayıt!..

Onlarca öykü, sabır sabır imkansızlıklar içinden arşiv arşiv, sinema sinema çıkıyor.. çıkacak.. Usul usul..

Bütün özgürlük mücadelelerinin sabır sabır, ilmek ilmek, ölüm yaşam örülüşü gibi.

Ve bütün bunların ortasında, mesela, IŞİD Şengal’e giriyor. -Kobanê’den çıkış bulamamış.- 

Hayat birden/yeniden donuyor. Ya da tam tersi, donan hayat yaşam/ölüm/yaşam döngüsünde yeniden coşuyor.

Hangisi molaydı; savaş mı, yoksa silahların askıya alındığı o kısacık anlar mı? Gelen mesajlar gibi ruhlar da karışıyor.

Silahlar, asıldıkları dallardan, yaslandıkları gölgelerden geri alınıyor. Canlarıyla insanlık onurunu yerden kaldırmaya yolculanıyor güleç yüzlü, yıldız bakışlı güzel insanlar. Törenlerle uğurlanıyorlar. Herkesin yüreği cephede atıyor yeniden. 

Birkaç gün sonra Deniz Fırat’ın ölüm haberi geliyor.

Yüzlerce film gibi, bu film de, bu güneşli gülücük de yarım kalıyor. Kayıtlar,-yeniden açılmak üzere- hafızalara arşivleniyor. Kaç bininci arşiv… kaç bininci hayat! Kaç bininci öfke!!!...

Nedir yani, bütün bunlara sebep?... Sizin hayatları talan eden, eril yaşam biçiminizi istemiyoruz demek mi?

Nedir yani?

Muktedirlerin gücünü, talanını, vahşetini durduracak coşkun yürekler yok mu sanıyordunuz?... Saldığı korkunun kofluğunu görüp, sessizliği yırtan bakışlar yok mu sanıyordunuz?...

                              Amed, 12.Ağustos.2014

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder