12 Kasım 2015 Perşembe

içimizdeki ‘’erk’’i, içimizdeki erkeği öldürmek!

Devletsiz Toplum, Sınırsız Dünya
ORDUSUZ ÖZ SAVUMA

Çünkü; toplumsal algıda, ezilen halkların kadim hafızasında ‘’ordu’’, egemenlerin talan gücüdür, devletlerin saldırı gücüdür. Bu nedenle, özgürlük mücadeleleri anti-militaristtir.  
‘’Öz savunma’’ varlık ile yokluk arasındaki çizgide saldırgana ‘dur’ deme halidir. Saldırganın gücü oranında, evet, son kerteye kadar başvurmadığı araç/silah kullanır. Silahı amaç edinmediği, son kerteye kadar kullanmadığı içindir ki, haklılığı meşrudur. Paradoks gibi görünse de, evet, öz savunma anti-militaristtir. Güvenlik/silah endüstrisinin hayatları, doğayı, yaşam kaynaklarını, kültürleri talan eden bütün unsurlarına karşı teslim olmayı, yeniden üretmeyi reddeder.

Ne zaman ki özgürlük mücadeleleri, kendini kalıcılaştırma adına sistemleşir; tehdit algısını gerekçe edinerek ‘’ordu’’ kavramına savrulur; olmazsa olmazı ‘’öz savunma’’ya haklılık kapısını kapatır, karşı çıktığı sistemin ‘’kendisiyle aynılaştırarak eritme’’ tuzağına düşer, güvenlik algısının kısır döngüsü içinde tükenişin başlangıcına imza atar.

Dünya egemenler tarihi yazmasa da; halkların hafızasının, hak karşısında yenilmiş/silinip gitmiş ordularla dolu olduğunu biliyoruz. Ve aynı zamanda haklıyken haksız hale dönüşün, mağdurken mağrur hale gelişin ince çizgisindeki savruluşların sonuçlarını biliyoruz, binlerce kez yaşadık.-Bir gün, bu orda burada saklanmış dişil tarih, yeniden, başka türlü yazılacak elbette.-

‘’Güçsüzlüğümün gücünde yeşeriyor tırnaklarım’’*

Ağlamak…
 
Gözpınarlarında birikmiş soykırımları, yangınları, talanları akıtmak…
 
Doyasıya… Ta ki, yürekte yangın sönesiye…
 
Öfke, birikir; bir yol bulur, bendini yıkar, fışkırır. Ama şiddetle, ama silahla… Ama gözyaşı, ama suskuyla… 

Ama… ama… ama mutlaka fışkırır.
 
Ağıtları hep kadınlar yakar. Neden?
 
Kadınlar ağlar, erkekler ağlamaz. Neden?
 
Zamanın hangi anında erkekler gözyaşlarını bastırmayı, dağıtmayı, unutmayı, umursamamayı seçti? Gözyaşları çalınan erkekler zamanın hangi anında öfkelerinin taşmasını şiddete dönüştürdüler? Buradan nasıl bir güç devşirdiler? Nasıl silahlandılar, nasıl ordulaştılar? Yarattıkları ‘güç’e nasıl tapındılar? ‘’erk’’ ve ‘’güç’’ nasıl aynılaştı?
 
O zamanlardan bu zamanlara yol uzun, dolambaçlı; -soruların ipuçları egemenlerin tarihinde, destanlarda, efsanelerde saklı- lafı kısa edelim.
 
‘’Erk’’ binbir kılığa girip içimize, hücrelerimize sızdı; tahtını kurdu, yerleşti. Kendini yeniden yeniden üretti. 

Din, Devlet, Ordu oldu. Baba, koca, -erkek- kardeş oldu. Nesneleşti; ev, araba, mal-mülk oldu. Sanayi, ekonomi, konfor oldu. Biri gitti, öbürü geldi; biri gitti öbürü geldi…
 
Her talan ettiği varoluşta sızım sızım öfkeler biriktirdi. Varlık ile yokluk arası sınırda, hep öz savunma imdada yetişti. Meşru bir hak olarak kayıtlara geçti.
 
Bugün Kürdistan’da yaşanan, bu kadim med-cezir’in bir başka yüzü.
 
Hiçbir varoluşun kabul edemeyeceği vahşetiyle IŞİD piyonunun öne sürülmesi karşısında HPG/YPG güçlerinin imkânsızlıklar içinde sade bir ‘can’la direnişi, bölgede olmazsa olmaz bir ihtiyacı görünür kıldı. 

Muktedirlerin savunmasız halklara dönük fütursuz vahşi şiddetine karşı öz savunma yapılarının zorunluluğunu.
 
Ve hızla, geleneksel alışkanlıklarla ‘’ordu’’ tartışması başladı.
 
Böylesi süreçler, hayatın önümüze sürdüğü test anlarıdır. Erkeğin gözyaşını yitirdiği anlar gibi anlardır.
 
Kürt Özgürlük Hareketi, böylesi süreçlerden çokça geçti. Ve her seferinde, -halkların vicdanında meşruiyete yaslanan- güçsüzlüğün gücünü ve haklılığını tercih etti. Bu defa da öyle olacağını düşünüyorum.
 
Çünkü; PKK hareketi ve Önderliği çok uzun zamandır devlet yerine özyönetim diyor. Orduların ulus devletin saldırı gücü olduğu algısının yaratacağı, kendini yeniden üretme etkisini görmezlikten geleceğini zannetmiyorum. Ordu kavramını yaşam alanlarımızdan silip, öz savunmayı güçlendirerek özgürlük yolculuğuna devam edeceğini düşünüyorum. Umarım ve dilerim yanılmayacağım. 
 
Derler ki; ‘’ne yaptığın önemli; ama nasıl yaptığın da önemli’’
 
Eril olan, hedefi önceller. Dişil olansa, hedefe giden yolun kendisini. Birinde, ‘’hedefe varan her yol, mubah’’ olur; diğerinde, ‘’hedefe varan yolun aşkı olur; yolun besleyici armağanları ile özgürlükleri genişletici soluğu’’ olur. İkisinde de -dar anlamda- amaç gerçekleşir. Ancak, bırakılan izler ve aslında yaşanan anın tozu dumanı çöktüğünde görünür hale gelen farklıdır. En haklı amaç bile olsa; birinde yaşanan, neyi/nasıl parçaladığını görmeden eril olanın, tekil ‘erk’ olgusunun yeniden üretimidir. Diğerinde yaşanansa, kolektif, her katkı verenin kendini de görebildiği, çoğalma, genişleme, yaratıcı özgürlük duygusudur.
 
Tüm erk odakları; erk’ini var ve sürdürülebilir kılan çoğunlukları koruma algısını besler. Ordular böyle üretilir. 

Özgürlük mücadelelerinin önüne, kendisiyle aynılaştırarak asimile etmek/eritmek üzere, son kartlardan biri olarak öne sürer. Güvenlik algısının kısır tuzağına çeker. Hangi amaçla olursa olsun, kurulursa,  er ya da geç saldırır. Eninde sonunda, işlevlenmek için saldırır. Güvenlik endüstrisi ve bilumum çarkları bu temelden kendini sürekli yeniden üretir. Silah varsa, gözünün önünde sallanıp duruyorsa, birgün, en zayıf anında patlar.
Yeni yangınlar, yeni talanlar… yeni gözyaşları. Göz gözü görmez, el eli tutmaz, haklı haksız karışır yeniden…
 
Ne zaman ki, halklar içindeki ‘erk’i öldürür, ‘güç tanrısını’ tahtından kovmaya döner; ‘erk’ sahibine, ‘’senin beni korumana ihtiyaç duymayacak bir dünya istiyorum; saldırının ve onu besleyen araçlarının olmadığı bir dünya…’’ taleplerini yükseltir; orada, yalın/yüreğe değen gözyaşları gibi naif ama güçlü başka araçlar açığa çıkar. Ve belki, erkeklerin de gözyaşları özgürleşir. Ve sanki, şiddet, talan, soykırım ancak erkeklerin de gözyaşları özgürleştirdiğinde son bulur. Çünkü biz, toprak ananın sesine kulak verenler biliyoruz ki; yangınları, gözyaşlarının arındırıcı yalınlığı söndürür. Durmaksızın tekrar tekrar yeni yangınlara sebep olan ‘erk’ alanları/iktidarlar/ordular değil!
 
Ez cümle; ‘’Sınırsız Dünya, Devletsiz Toplum, Ordusuz Öz Savunma’’

Amed, 09.Eylül.2014

* ’’Erk’’ öyküleri şiirinden/1982. Şehbal Şenyurt 









Hiç yorum yok:

Yorum Gönder