12 Eylül 2015 Cumartesi

DEMOKRATİK KURTULUŞ/ÖZGÜR YAŞAM İNŞASINDA EKOLOJİ PARADİGMAMIZA DAİR NOTLAR


Söze, evrensel bütünlüğün dişil zekâsını ve aşkı selamlayarak başlayalım.

Bu notlar; uzun, gri soğuk bir kış günü; kimyasal silahlarla kararmış bedenler biber gazları ve zılgıtlar arasında toprak ananın koynuna sunulurken omzuma konan doğum gününü şaşmış bir kelebeğin kulağıma fısıldadıkları ile yazılmaya başlandı. Uzun sarı sıcak bir yaz günü tamamlanarak paylaşılma kararıyla sizlere konuk oldu.

Toprak; gencecik bedenlerin bu zamansız gelişini reddedercesine sertti. Bir ananın ‘’Aşk olsun, ey toprak; doymadın mı hala… Aşk olsun, doymadın mı?’’ diyen sitemli yakarışına cevapla koynunu açmakta direndi.
Kitleler akın akındı. Doymayanın gazına, copuna, tomasına rağmen akın akındı. Şaşmış kelebek, zehirlere bulanmış son nefesini verdi. Omzumdan sıyrılarak acıdan kör olmuşların ayakları altında ezilerek toprağa karıştı. İnsan algısıyla yüzyıllar gibi süren o bir anda; bildiği, gördüğü, biriktirdiği ne varsa, anlayabileceğim kadar anlatıvermişti.

Bir halk neden kendini ateşlerden ateşe atar? Yaşam/ölüm/yaşam döngüsünde kaos aralığının yolunu nasıl görür ve bütün bedelleri göğüsleyerek oradan kendini yeni bir dönüşüme nasıl bırakıverir? Bu dönüşüm evrimin, devrimin nerelerine tekabül eder?
Cevaplar, sorular gibi biraz karmaşık, bir o kadar da yalın; izafiyetin binlerce kapısından geçerek insani birikimlerin, algıların, yargıların sınırında dolanır durur.

Her varoluş evrene özgün değerler sunar. Bu değerlerin açığa çıkmasının, beslenmesinin onun olumlanması ile geliştiği hakikati, yok sayma edimini mahkûm eder. Bütüncül dönüşüm dışında; bir tek var oluşun diğerinin yanılsamalı faydası uğruna yok sayılması, hayata dair çözümlemelerin birini ortadan kaldırır. Bu evrensel harmoninin zedelenmesidir. Zedeler arttıkça evrensel bütünlük giderek daha çok yaralanır.

Yoksanan kimi var oluş, zoraki rızaya teslim olur... Kimi var oluş, teslimiyetin reddini kutsar, isyan eder. Yoksanmanın acısını bilenler; evrenin duygusal zekâsının çağrısına cevap verircesine, mıknatısla çekilmişçesine çözümleme gücü yüksek bir Bilge’nin, bir ateş topunun etrafında toplaşır. Onlar ‘’Talebeler’’dir. Talebeler talebeleri izler. Kolektif akıl, kolektif duyu, kolektif aşk ile. Kavranması güç; görülmeyen; duyulmayan ışın ağları gibi yok ediciyi sarar, sürüklerler…
Çatışmalar, savaşlar…
Göz gözü görmez, dil dili duymaz… duyular, duygular körleşir. Kaosun yeni bir denge aralığına sürülen zorbanın tek bir seçeneği bu aralıktan geçiştir. Orada uzlaşma yaratılır. Sahici barışa yollar döşenmeye başlar.

Barışın inşa süreçleri evrensel harmoninin hatırlanması gereken zamanlardır. Var oluş değerlerimizin; sahiden kim olduğumuzun, evrensel bütünlüğe hangi soluğu verdiğimizin; neden savaştığımızın hatırlanma zamanlarıdır.

Zemheri kelebeğinin son nefesi bu zamanlara da varacağımızın fısıltısıydı.

Ve şimdi, binlerce yıldır kaybettiğimiz ve doğa diye adlandırdığımız evrensel bütünlüğün sahici değerlerini yeniden gün yüzüne çıkarmaya çalışıyoruz. Eril zihniyetin egemenliğinde insanın kendini merkeze alma süreçleriyle birlikte üzeri örtülen dişil varoluşu yeniden yaşamsallaştırmaya çalışıyoruz.
Kaybettiğimiz özgürlüklerimizi yeniden inşa etmeye çalışıyoruz.

Evrenin bütüncül bağ olduğu bilgisini kaybettiğimizi, her yiten var oluşun yiten bir değer olduğunu; insanı merkez alarak, türcülüğe, hele hele insan türünün, bu türün de erkek cinsinin üstünlüğü köleliğine kendimizi kilitlediğimizi ifşa ediyoruz. Binlerce yıldır dayatılanın egemen ırkın, egemen soyların, egemen devletlerin tektipçiliğine mahkûm eden yaşamlar olduğunu, değişmesi gerekenin bu olduğunu söylüyoruz...

Başta Mezopotamya halkları olmak üzere, tüm kültürler, tüm halklar için önerdiğimiz Demokratik / Ekolojik / Cinsiyet Özgürlükçü toplum inşası hayatı birçok boyutuyla temellerinden sorgulamayı gerektiriyor.

·    İnsanı merkez alan türcülüğü sorgulamak, doğanın bütün var oluşlarındaki değerleri evrensel bütünlüğün kendisi olarak algılamak;
·    Tüketim ekonomisini sorgulamak; Başta kadın olmak üzere tüm insanlığı, doğanın tamamını, kısaca tüm varoluşları ‘kullanım’’ felsefesi içinde egemenlerin ‘erk’lerini sürdürme aracı haline getiren tüketim toplumunu sorgulamak,
Tüketim toplumunun dayattığı ‘ihtiyaç’ algısını yeniden gözden geçirmek.
·    İnsanın insan ve doğa üzerindeki ‘’sahip’’lik olgusunu sorgulamak
·    Emek değerinin hiçleştirilmesi ile üretimin uzmanlaşmasını, üretime yabancılaşmayı sorgulamak,
·    Bilginin uzmanlaşması üzerinden hegemonik yapıların iktidarının oluşmasını ve doğa toplumlarının hayata dair çözümlemelerini formüle ettiği kültürel birikimlerini hiçleştiren bilim felsefesini sorgulamak…

Özetle;
Demokratik/Ekolojik/Cinsiyet Özgürlükçü paradigma
·    Hiyerarşik, iktidarcı yaklaşımları mahkûm eder,
·    İnsanı/doğayı köleleştirmesi kaçınılmaz ‘’mülk’’ algısını reddeder,
·    Devletsiz toplum, sınırsız dünya, ordusuz öz savunma felsefesini geliştirir,
·    Doğadaki tüm var oluşlara saygıyla yaklaşır, eşitlik ve bütünlüğü içselleştirerek evrensel yasaların ahengi içinde tüm varoluşları olumlar.

Gözyaşı, çığlık, kan, ter, zehir, ölüm, kâbuslarla yaşanan ve bugün yöntemlerini değiştiren mücadele; yüzyıllardır kolektif, kültürel özgünlükleri yoksayarak; insanı ve doğayı köleleştiren hiyerarşik, iktidarcı eril zihniyetin hayata hâkimiyetinin reddi üzerinden yükseldi. Yeni siyasi süreç ise kültürel dokunun kesintili izlerini onarmanın, özgürlük alanlarını genişletmenin araçlarını değiştirmekle ifade edilebilir.

Barışın kapılarının aralandığını gören bizlerin, ağır mı ağır bir borcu var. Onurla ateşin içine yürüyenlere; Leviathan’ı dize getirenlere büyük bir borcu var. Yüzyıllardır hücrelerimize kadar sızan ‘’devletleşme halleri’’ni hücrelerimizden kazıyarak, evrensel bütünlüğün birbiriyle kaynaşmış var oluşunu gündelik pratiklerimizde yaşamsallaştırmak.

Alışa geldiğimiz, bildiğimiz bilim; insanlığın en önemli buluşunun tekerlek olduğunu söyler. -‘’Yarışmacı’’ bilginin ‘’en’’ kavramını sorgulamayı bir kenara bırakarak- neden ‘’ayna’’ olmasın diyoruz. Elbette ki büyük bir değer olduğunu reddetmediğimiz ‘’tekerlek’’ bizi köleleştiren teknolojiye, dayanışma yerine yarışma kültürüne taşıdı. Belki, ‘’ayna’’ gelmiş/geçmiş kültürel kodlarımızla kendimizi tanımaya, kendimizle yüzleşmeye, hakikatleri görmeye/ifşa etmeye, adalet algımızı kolektif/komünal zemine taşımaya; paylaşma algılarımızı genişletmeye taşır. 

Bizi bu aynaya taşıyacak; köleci kapitalist modernitenin demokratik moderniteye dönüşmesine, bunca mücadelenin zirveleşmesine götürecek olan ise; yukarıda başlıklar halinde temellerini vurgulamaya çalıştığımız ekolojik paradigmamızdır.
Ekolojik algı bir kelebeğin kanadını, bir ananın yanan yüreğini, kardan buzdan sıyrılarak güneşe ulaşan kardelenin kendini gerçekleştirme yolculuğunu duyabilmektir. Duru akan sudaki fırtınayı, aşkın ve sevdaların isyanını, ateşin arındırıcı yalazlarını görebilmektir. Var oluşun esrik dansına adımlamaktır.

Evren; kendi kendini doğuran asi çocuklarını sever. Onları kendinden bilir. Adları derinliklerinde, günü geldikçe geri gelmek üzere salınmaya devam eder…

Sanırım, bu çocuklara olan borcumuzu evrensel dansın ritmini yakalamayı başararak ödeyebiliriz.

Ve işte bundan böyle hepten aşk uçsun!!!.......

Amed, ..Nisan.2012

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder